Çevre Haklarının Anayasalarda Düzenlenmesi
- iauhukukklb
- 31 Ara 2023
- 2 dakikada okunur

Çevre Haklarının Anayasalarda Düzenlenmesi
Çevremiz ile olan ilişkilerimiz insanın var olmasından beri gelişmekte olan bir ilişkidir. Bu ilişki her zaman iyiye gitmemiştir. İnsanoğlu ilk başta toprağı üretim için kullanmış mülkiyet hakkı düşüncesi ile birlikte toprak için savaşlar vermiş ve Bacon’un savunduğu insanın doğa üzerinde hakimiyet kurması fikriyle doğa, teknolojiler tarafından sömürülmüştür. Ancak doğal yaşamı sömürerek değil üretmeye yönelik ekolojik ilkelerle ayakta tutabiliriz. Bugün yaşanan ve önlemleri alınmazsa şiddetle artacak olan kriz bir ekolojik krizdir.
Fritjof Capra ve Ugo Mattei’nin hukukun ekolojisi kitabında dediği gibi iktidarın devlet kurumlarının elinde toplanması, Çernobil ve Fukuşima nükleer faaliyetlerine yol açmış, doğanın insan kullanımına uyarlanacak bir makine olarak görülmesi, Victoria gölünde ki trajediye ve benzer ekonomik faaliyetlere yol açmıştır.
Anayasacılığın temel ilkesi olan kuvvetler ayrılığı bu gibi felaketlerin önlenmesi için de gereklidir. Çünkü kuvvetler ayrılığı yasama, yürütme, yargı erklerinin tek bir organda toplanmasını engelleme ideolojisidir. Anayasalar ise iktidarları sınırlandırma, kısıtlama araçlarıdır. Sınırsız iktidarların yol açabileceği felaketler gezegenimizi geri dönüşü olmayan noktalara getirebilir. Anayasaların temel amaçlarından biri de insan hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınmasıdır. Çevre kirliliklerinin insanların en temel hakkı olan yaşam hakkını elinden alan boyutlara ulaştığı
durumlar düşünülürse, çevre haklarının anayasalarda güvence altına alınması gerektiği söylenebilir.
Türkiye cumhuriyeti anayasasında ise çevre hakları 56. Madde de düzenlenmiştir.
Anayasa'nın 56. maddesi: “herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” hükmünü içermektedir.
Anayasa mahkemesi kararlarında çevre hakkının devlete sorumluluk yüklediği görülmektedir. AYM 29.11.2012 tarihli bir kararında, Anayasa’nın 56. ve 63. maddelerine değinildikten sonra “Bu hükümlere göre, çevrenin geliştirilmesi, çevre sağlığının korunması ve çevre kirlenmesinin önlenmesine; tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasına yönelik her türlü tedbiri almak Devletin temel ödevlerindendir. Bu amaçla Devlet, çevrenin ve kültür ve tabiat varlıklarının korunmasını sağlamak için etkili bir maddi hukuk düzeni oluşturmak ve öngörülen maddi hukuku uygulamak üzere gereken teşkilatı kurmakla yükümlüdür” denilmektedir.
Norveç ve Rusya anayasaları gibi bazı ülkelerin anayasalarında herkesin çevre hakkına sahip olduğunu düzenleyen maddeler vardır. Bulgaristan ve Macaristan Anayasalarında çevreye ilişkin düzenlemelerin hem hak hem de ödev olarak düzenlendiği görülmekte, bir yandan hem çevre hakkı doğrudan veya dolaylı bir biçimde belirtilmekte diğer yandan, devletin ya da bireylerin çevrenin korunması konusunda ödevleri olduğu hüküm altına alınmaktadır.
( Turgut, 2009: 76)
Hukukta yaşamımızın en temel aracı olan doğa ve çevremiz için düzenlemeler yapmamız gerekmektedir. Yaptığımız kanunları ve bunların canlı bir gezegenin ekolojisine olan etkilerini düşünmeli yaşayan gezegeni korumalıyız. Yaşadığımız gezegenin sakinleri sadece bizler değiliz, hayvanlar bitkiler ve dünyanın tüm ekosistemleridir. Sürdürülebilir olmak için insan eliyle yapılan kanunlarla, yaşam ağını sömürmeye ve yağmalamaya imkan tanımak yerine ona hizmet etmemiz gerekir.
Kendimize sormamız gereken soru bireysel olarak çevreyi korumanın yanı sıra, toplumsal ve hukuksal olarak çevremizi nasıl koruyabiliriz ?
Çevremiz ile olan ilişkilerimizi iyileştiremezsek doğal yaşamımızı kaybedeceğimizi unutmamak gerekir. İnsan çevresine zarar verirken en büyük zararı kendisine vermektedir.
İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ HUKUK KULÜBÜ ANAYASA DEPARTMANI ÜYESİ BEYZA BENLİ
Comments