top of page

Kafamın İçinde Biri Var Ama O Ben Değilim

Güncelleme tarihi: 14 Ağu 2023

Güldane KADAŞ

İstanbul Aydın Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencisi

Ceza Hukuku Departmanı


Nörohukuk kavramını en güzel ifade edebileceğimiz cümlelerden biridir belki de bu söz: “Kafamın içinde biri var ama o ben değilim.” Nörobilim yani sinir bilimi ile ceza hukukunun kesişiminde nörohukuk karşımıza çıkmaktadır. Suçluların davranışları ile beyinleri arasındaki ilişkiyi ifade eden bu kavram beraberinde pek çok soruyu getirmektedir: Hastalıklı beyne sahip olan bireyler suç işlerken tamamen özgür iradeleri ile mi hareket ederler? Bu kişilerin ceza sorumluluğu nasıl belirlenir?Nörohukukun önleyici ceza hukukunda yeri var mıdır? Oldukça yeni ve güncel olan bu kavram özgür irade, suçlu davranışları, suçun önlenmesi gibi hususlara getirilen farklı bir bakış açısıdır. Nörohukukun konusunu ise hastalıklı beyinler oluşturur. Nörohukukun gelişiminde pek çok vaka etkili olmuştur[1]. Bu vakaların ortak özelliği sağlıklı bir beyne sahip olan kişilerin beyinlerinde daha sonradan meydana gelen hasarlar sonucu kişiliklerinin değişmesi ve suça yatkın hale gelmeleridir. Bu vakalardan en çarpıcı olanı Charles Whitman vakasıdır.

Charles Whitman Vakası Teksas Üniversitesi kulesine giderek asansöre binen Whitman, gözlem katına çıktı ve ardından bir katliam olarak nitelendirilebilecek eylemlerine başladı. Aşağıda bulunan insanlara rastgele ateş eden Whitman, toplamda on üç kişinin ölümüne ve otuz üç kişinin yaralanmasına neden oldu. Polislerin müdahalesi ile ölü olarak ele geçirilebildi[2]. Olayın ardından Whitman’ın evine giden polisler beklenmedik bir tablo ile karşılaştı. Charles Whitman Teksas Üniversitesine gitmeden önce evde bulunan annesini ve eşini öldürmüştü. Peki, ilk bakışta bir seri katil izlenimi veren Whitman’ın bu davranışlarının arkasında yatan sebep neydi? Eve giden polisler, Charles Whitman’ın daktilo ile yazdığı notu bulmuştu. Notta, kendini son zamanlarda anlamakta zorlandığını dile getiriyordu. Aklı başında ve iyi biri olarak tanındığını ancak bir süredir zihninde mantıklı bulmadığı, olağana dışı düşüncelerin dolaştığını yazmıştı. Adeta beynindeki düşüncelerin esiri olmuştu. Ölümünden sonra kendisine otopsi yapılmasını ve beyninin içinde ne olduğuna bakılmasını istiyordu. Çünkü kendisinde anormal bir durumun olduğunun farkındaydı[3].

Ailesi ve arkadaşları ile arası oldukça iyi olan Whitman, zeki ve başarılı biriydi. Mühendislik eğitimi almıştı. Eşini çok seviyor ve onun herkesin isteyebileceği gibi bir eş olduğunu düşünüyordu. Onu öldürmesi için hiçbir nedeni yoktu fakat beynindeki susmak bilmeyen düşüncelere hakim olamıyordu. Son zamanlarda davranışlarında değişiklikler görülmekteydi. Arkadaşları onun bazı sorunları olduğunu, kafasının devamlı bir şeylerle meşgul olduğunu belirtmişlerdi. Olayın ardından yapılan otopsi sonucunda beyninde “amigdala” bölgesine baskı yapan bir tümör tespit edildi. Amigdala, duygusal tepkilerin ortaya çıkmasında önemli bir role sahip olan ve korku merkezi olarak isimlendirilen bölgedir. Bu bölgenin zarar görmesi halinde pek çok rahatsızlığın ortaya çıkabileceği ve bunun sonucunda bireylerin suça yatkın hale geleceği bilimsel olarak ifade edilmektedir[4]. Bu denli öneme sahip bir bölgede bulunan tümörün Charles Whitman’da da bir hasara yol açtığı açıkça görülmektedir. Zira çok sevdiği eşini ve annesini öldürmesi, hiç tanımadığı pek çok insana zarar vermesi, yazdığı not ve son zamanlara davranışlarında meydana gelen değişiklikler bunun bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Peki, tüm bu olanlardan tümörü sorumlu tutmak doğru mudur?

Charles Whitman Yaşasaydı Ceza Sorumluluğu Nasıl Belirlenmeliydi? Modern Ceza hukuku bakımından failin cezalandırılması için öncelikle haksızlığa ve kusura ilişkin bir değerlendirme yapılır. Ardından cezalandırılabilirliği etkileyen diğer koşullar incelenir. Charles Whitman vakasına baktığımızda haksızlık yönünden herhangi bir sorun bulunmamaktadır. Zira tipe uygun ve hukuka aykırı eylem gerçekleşmiş yani suç oluşmuştur. Kusurluluğun bulunup bulunmadığı, bulunduğu takdirde kusurun derecesinin ne olduğu asıl tartışılması gereken noktadır. Kusurluluktan bahsedilmek için kişide kusur yeteneğinin ve haksızlık bilincinin var olması aynı zamanda kişiden o anki koşullar çerçevesinde hukuka uygun davranmasının beklenebilir olması gerekir. Olayımızda haksızlık bilinci ve beklenebilirlik mevcuttur. Zira o toplumda yaşayan bir insan olarak yaptığının bir haksızlık olduğunun farkındadır. Beklenebilirliği kaldıracak bir mazeret nedeni de bulunmamaktadır. Ancak kusur yeteneği yani algılama ve irade etme yeteneğinin incelenmesi gerekmektedir. Türk Ceza Hukukunda kusurun derecesini etkileyen yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, sağır ve dilsizlik, haksız tahrik gibi pek çok neden bulunur. Bunlardan kimisi kusuru kaldıran kimisi ise kusuru azaltan nedenlerdir. Charles Whitman vakası ile bağlantı kurabileceğimiz kusuru etkileyen neden ise akıl hastalığıdır. Faildeki akıl hastalığının derecesine ve failin davranışlarını yönlendirme yeteneğine göre ya hiç ceza verilmez ya da cezada indirim yapılır.

Akıl hastalığı TCK madde 32’de düzenlenmiştir. Buna göre, failin algılama yeteneğini yitirdiği yahut davranışlarını yönlendirme yani irade etme yeteneği önemli ölçüde azaldığı takdirde kişiye ceza verilmez. Çünkü artık bu kişinin kusurunun varlığından bahsedilmez. Ancak toplum açısından tehlike arz eden bu kişi hakkında güvenlik tedbirlerine hükmolunur. Aynı maddenin ikinci fıkrasına göre, ilk fıkradaki dereceye ulaşmayan ancak yine de failin hareketlerini yönlendirme yeteneğini azaltan akıl hastalığı hallerinde failin cezasında indirime gidilir. Çünkü artık burada kusurun ortadan kalktığından bahsedilemez. Yalnızca kusurun derecesi azalmıştır. Aynı zamanda hakime güvenlik tedbiri uygulayıp uygulamaması hususunda bir takdir yetkisi verilmiştir. TCK madde 32’nin uygulanabilmesi için failde bir akıl hastalığının bulunması, bu akıl hastalığının eylemi işlediği sırada var olması ve eylem ile akıl hastalığı arasında nedensellik bağı bulunması gerekir[5]. Akıl hastalığının tespiti için elbette ki hukukçuların hekimlerle iş birliği yapması gerekir. Charles Whitman vakasına baktığımızda beyninde tespit edilen ve amigdala bölgesine baskı yapan tümörün onun davranışlarını yönlendirme yetkisini ne ölçüde etkilediğine bakılmalıdır. Zira her hasarlı beyne sahip olan kişinin kusur yeteneğinin etkilendiğinden bahsedilemez. Bu şekilde bir genelleme yapıldığı takdirde örneğin beyninde tümör bulunan her insanın kusurunun ortadan kalktığını söylediğimizde bu durum suistimal edilecek ve ceza almamak için bir bahane olarak kullanılacaktır. Bu durum Lombrosso’nun “Doğuştan Suçluluk[6]” teorisine benzemektedir. Bunun Modern Ceza Hukukunda yeri yoktur. Charles Whitman vakası bakımından beyninde bulunan tümörün onun kusur yeteneğini ne ölçüde etkilediğinin tespiti kolay olmayacaktır ve yalnızca hukukçuların tespit edebileceği bir husus da değildir. Nörobilim ile uğraşan uzman kişilerle, hekimlerle iş birliği içerisinde olunması gerekir. Ancak bu şekilde daha sağlıklı bir sonuca varılabilir. Kişinin beyninde bulunan hasar sonucu somut olay çerçevesinde davranışlarını yönlendirme yeteneğinin etkilenip etkilenmediğine, şayet etkilendiyse bunun TCK madde 32’deki hangi fıkra kapsamında değerlendirileceği tespit edilmeli ve buna göre bir ceza tayini yapılmalıdır.

Nörobilimin Önleyici Ceza Hukukundaki Yeri Nedir? Nörohukukun konusunu hastalıklı beyinlerin oluşturduğu daha önce bahsedilmişti. Peki, kişi suça yatkınlığının tespit edilmesi için rızası hilafına bir sağlık testine tabi tutulabilir mi? Yahut hastalıklı beyne sahip olan ve suça yatkın olduğu anlaşılan kişilerin bir yaptırıma tabi tutulması mümkün müdür? Bu soruları cezalandırmanın amacı, bireysel özgürlükler ve ceza hukukun temel ilkeleri kapsamında cevaplandırmak gerekir. İlk olarak kişilerin sağlık testine tabi tutulup tutulamayacağını ele alalım. Burada karşımıza bireylerin sahip olduğu hak ve özgürlükler çıkmaktadır. Anayasa’da düzenlenen temel hak ve özgürlüklerden biri de kişi dokunulmazlığıdır. Anayasa madde 17’ye göre bir kişi rızası olmadan bilimsel ve tıbbi bir deneye tabi tutulamaz. Tabi tutulması halinde temel hak ve özgürlüğün sınırlanması söz konusu olur. Böyle bir sınırlama Anayasa madde 13’e göre özüne dokunmaksızın, Anayasa’da belirtilen sebeplere dayanarak, kanunla ve ölçülü olarak yapılabilir. Dolayısıyla mevcut Türk Hukuku bağlamında kişinin rızası olmadan beynindeki hareketlerin incelenmesi, nöronların takip edilmesi, bir hasarın olup olmadığının araştırılması ve suça yatkınlıklarının tespit edilmeye çalışılması mümkün değildir. Peki, hasarlı bir beyne sahip olduğu bilinen kişiye yaptırım uygulanması mümkün müdür? Böyle bir yaptırım uygulanması cezalandırmanın amacına ve ceza hukukunun temel ilkelerine uygun mudur? Cezalandırmanın amacının ne olduğu konusunda üç farklı teori bulunmaktadır. Bunlar: Mutlak teori, nispi teori ve karma teoridir. Mutlak teoriye göre, ceza geçmişe yönelik verilir. Cezanın kendisi zaten bir amaç olduğundan ayrıca başka bir amaç aramaya gerek yoktur. Mutlak teori, kefaret ve adalet olmak üzere ikiye ayrılır. Kant ve Hegel adalet teorisini benimsemektedir. Onlara göre cezadan bir yarar beklenmemeli, devlet hiçbir yararı olmasa da suçluları cezalandırmalıdır. Kefaret teorisine göre ise ceza verilmesinin temel amacı suçlunun acı çekmesini sağlayarak yaptığının karşılığını ödetmektir. Bir diğer teori nispi teoridir. Genel önleme ve özel önleme olmak üzere ikiye ayrılan bu teoriye göre ceza geleceğe yönelik olarak verilmektedir. Amaç suç işleme potansiyeli olan kişileri korkutmak ve suç işlenmesinin önüne geçmektir. Cezalandırmanın amacı konusunda son teori günümüz öğretisinde de çoğunlukla kabul gören karma teoridir. Buna göre, ceza hem geçmişe hem de geleceğe yönelik olarak verilmelidir[7]. Modern Ceza Hukuku fail değil fiil ceza hukukudur. Bir kişinin cezalandırılabilmesi için bir suç işlemesi ya da en azından suça teşebbüs etmesi gerekir. Kural olarak bir kişiyi düşüncelerinden ötürü cezalandırmak veya güvenlik tedbiri uygulamak mümkün değildir. Nitekim Türk Ceza Hukukunda hazırlık hareketleri dahi cezalandırılmamaktadır. Dolayısıyla kişinin beyninde meydana gelen hasar nedeniyle bazı suçlara yatkın hale gelmesi kendisine güvenlik tedbiri uygulanması için yeterli değildir. Tam akıl hastaları söz konusu olduğunda dahi onlara özgü güvenlik tedbirlerinin uygulanması için bir suç işlemeleri gerekir. Potansiyel bir suçlu olarak görülüp yaptırım uygulanamaz. Sonuç olarak cezalandırmanın amacını ceza hukukunun ilkeleri çerçevesinde değerlendirdiğimizde suça yatkın olduğu anlaşılsa dahi kişilerin cezalandırılması için en azından suça teşebbüs etmesi gerektiğini söylememiz gerekir. Aksi takdirde bu husus suistimal edilecek ve önüne geçilemeyecek sınırsız bir cezalandırma kültürü ortaya çıkacaktır. Artık fiil ceza hukukundan da bahsedilemeyecektir. Ancak elbette ki tüm bu saptamalar mevcut hukuk sistemi bakımından geçerlidir. Nörobilimin gelişmesi ile ceza yaptırımının temellerinin değişeceğini savunan yazarlar olduğu gibi esasen büyük bir değişimin meydana gelmeyeceğini savunanlar da mevcuttur. Bu hususta şu an kesin bir şey söylemek güç olacaktır. Hukuk değişen ve gelişen bir alan. Bunda toplum yapısı, teknoloji, ahlaki değerlerin değişimi gibi pek çok faktör etki göstermektedir. Bizler de nörobilimin ceza hukukuna etkisinin ne olacağını bilimin ve teknolojinin gelişimi ile daha net görebileceğiz.


ALINTILAR

[1] Phineas Gage vakası için bkz. UZBAY, Tayfun, “Beyni Anlamak Sadece Nörobilim ile Mümkün Mü? Beyin Yüzyılında Nörolojik Bilimlerden Sosyal Bilimlere Yeni Açılımlar, Yeni Yaklaşımlar”, Üsküdar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl:1, Sayı:1 s. 138; Ken Parks vakası için bkz. EAGLEMAN, David, Beyin Senin Hikayen, (Çeviri: Zeynep Arık Tozar), Domingo Yayınları, 4.Baskı s. 110-111. [2] EAGLEMAN, a.g.e., s. 24. [3] EAGLEMAN, a.g.e., s. 24-25.

[4] ERTUĞRUL, Hüseyin/ KEMALOĞLU, Alper/ TEKİNER, Halil, “Delillerin Değerlendirilmesinde Genetik ve Nörobilim Verilerinin Kullanılması”, ERÜHFD, C. 16, S. 1, (2021), s. 174-175: “Suça yatkınlık ve suça karışma davranışları ile ilgili saptanmış en önemli beyin bölgesi “amigdala”dır. Seri katillerde ve büyük suça karışmış kişilerde ise amigdala normalden küçük ya da normalden çok daha az etkinlik göstermektedir . (...) Amigdala bölgesindeki sorunlar beynin duygusal ve dürtüsel davranışlarını kontrol eden ve bilinç kısmının yer aldığı neokorteksin ön kısmındaki alan olarak ifade edilen “önprefrontal korteks” bölgesin deki etkinlik azalmasıyla beraber olduğunda suça yatkınlık daha da artmaktadır. Bu bireylerin aşırı cinsel faaliyet ve şiddet eğilimi kont rolünü bozmakta ve kişi yaptığı eylemlerin sonucunda anlamlı bir pişmanlık da duymamaktadır. Nitekim toplumda görülen pedofili ve cinsel saldırı suçlularında bu bölgede etkinlik azalışının olduğu gösterilmiştir .”

[5] DÜLGER, Murat Volkan, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Hukuk Akademisi, İstanbul, 2021, s. 559-560. [6] TEPECİK, Filiz, “Hukuk Uygulayıcılarının ve Hukuk Öğretisi ile Uğraşanların Gözüyle Suçun Nedenleri”, Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, s. 163: “...Lombroso da fiziksel özelliklerinden suçluların tanınabileceğini düşünüyorlardı. Dahası Lombroso bu fiziksel özelliklerin çoğu doğuştan getirildiği için, insanların “doğuştan suçlu” olabileceklerini iddia ediyordu (WHE). Diğer bir ifade ile belli fiziksel özelliklere sahip bireylerin suç işlemesinin kaçınılmaz olduğunu düşünüyordu.”

[7] CENTEL, Nur, “Cezanın Amacı ve Belirlenmesi”, s. 337-356; DÜLGER, a.g.e., s. 861-886.


KAYNAKÇA

  • CENTEL, Nur, “Cezanın Amacı ve Belirlenmesi”.

  • DÜLGER, Murat Volkan, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Hukuk Akademisi, İstanbul, 2021.

  • EAGLEMAN, David, Beyin Senin Hikayen, (Çeviri: Zeynep Arık Tozar), Domingo Yayınları, 4.Baskı.

  • ERÖZDEN, Ozan, “Otomatik Portakal ya da Androidler Aleminde Ceza Hukuku ve Kriminoloji”, Hukuk Kuramı, C. 6, S. 1, Ocak-Nisan 2019.

  • ERTUĞRUL, Hüseyin/ KEMALOĞLU, Alper/ TEKİNER, Halil, “Delillerin Değerlendirilmesinde Genetik ve Nörobilim Verilerinin Kullanılması”, ERÜHFD, C. 16, S. 1, (2021), (Hakemli Makale).

  • TEPECİK, Filiz, “Hukuk Uygulayıcılarının ve Hukuk Öğretisi ile Uğraşanların Gözüyle Suçun Nedenleri”, Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi.

  • UZBAY, Tayfun, “Beyni Anlamak Sadece Nörobilim ile Mümkün Mü? Beyin Yüzyılında Nörolojik Bilimlerden Sosyal Bilimlere Yeni Açılımlar, Yeni Yaklaşımlar”, Üsküdar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl:1, Sayı:1.

  • https://www.youtube.com/live/LPz5CYDfCWI?feature=share

  • https://youtu.be/q71q1B3sKw8


 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
HAYVAN HAKLARININ ANAYASADAKİ YERİ

HAYVAN HAKLARININ ANAYASALARDA DÜZENLENMESİ Hayvan hakları geçmişten günümüze sürekli değişmekle beraber günümüze gelinceye dek de...

 
 
 

Comments


9_1.png

İstanbul Aydın Üniversitesi Florya Yerleşkesi, T blok, -3. Kat, Hukuk Kulübü odası

© 2023 by Istanbul Aydın Üniversitesi Hukuk Kulübü

bottom of page