İş Hayatında Kadınla Bağdaştırılan Statülerin Eşitlik İlkesince İyileştirilmesi
- Hukuk Departmanları
- 24 Ağu 2022
- 5 dakikada okunur
DERYA BETÜL ÖZER
ZEYNEP KOCAMAN
ZEYNEP NİDA BOSTAN
İstanbul Aydın Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencileri
İAÜ Hukuk Kulübü Kadın Hakları Departmanı
Cinsiyet belli fiziksel veya biyolojik özellikleri tanımlarken, toplumsal cinsiyet kültürel ve sosyal olarak belirlenmiş cinsiyet rollerini ifade eder. Kadın ve erkeklere doğuştan bazı özellikler bağdaştırılır. Örneğin erkeğin daha güçlü, kadınların daha duygusal olduğu kabul edilir. Kadın ve erkeklere özgülenen roller ne yazık ki sınırlayıcı ve dışlayıcıdır. Bu şekilde kadınlara ve erkeklere tarih boyunca belli nitelikler özgülenerek kıyaslama yapılmaktadır. Bu kıyaslama iş yaşamında da kendini göstermektedir.
Teknoloji, üretim, piyasa ve temelde ekonomi üzerinde hakim olan erkek egemenliği kadınları iş dünyasında kısırlaştırmış ve kadınların geleneksel toplumsal cinsiyet rolleri ile uyumlu tanımlanan mesleki alanların dışına çıkmalarına engel olmuştur. Kadınlara genellikle cinsiyetlerinden ötürü daha uygun olduğu düşünülen hemşirelik, asistanlık, sekreterlik, öğretmenlik gibi meslekler yapması gerektiği toplum nezdinde kabul edilmektedir. Yöneticilere atfedilen cesaretli olma, girişimcilik, rekabet ortamında çalışabilme ve hırs gibi özellikler erkeklerde daha baskın ve yoğun olduğu düşüncesinden dolayı yöneticilik erkekleştirilmiştir. Kadının içinde bulunduğu eril düşünce ortamı, aile yapısı ve yetiştirilme tarzı ile toplumsal değerler düşünüldüğünde kadının kendisine atfedilen ‘anne’ rolünden başka bir vasfa sahip olması kabul görmemektedir. Kadınlar ailevi öncelikleri, toplum tarafından benimsetilen cinsiyet rolleri ve cinsiyet eşitliğinden uzak, eril zihniyette kurulmuş örgütsel uygulamalar nedeniyle kadınlar günümüz koşullarında bile yöneticilik gibi üst düzey pozisyonlarda nadiren yer alabilmektedirler. Yönetici olduktan sonra dahi ‘anne’ ve ‘kadın’ algısı yüzünden iş dünyasında sorunlar yaşamaktadırlar.
Ülkemiz iş hayatında özellikle yönetici konumundaki kadın sayısı, erkeklere oranla oldukça düşüktür. Ayrıca, bu durumun geçmişten bu yana oransal olarak kadınlar lehine bir değişiklik göstermediği görülmektedir. Kadınların iş hayatında yükselmesi konusunu, Cumhuriyet Üniversitesi’nde çalışan 154 kadın idari personele uygulanan anket sonuçlarına göre araştırmaya katılan kadınlara “genelde üst kademeye aynı işte çalışan kadın mı? erkek mi? terfi eder” sorusuna, kadınlar % 51.3’lük oranla “erkekler terfi eder” cevabını vermiştir. Üst kademelerde erkeklerin daha çok yer aldığını ifade eden kadınlar, bunun nedenlerini kadınlara eşit davranılmaması, erkeklerin daha çok çalıştığı ve daha çok hak ettiği genel yargısına bağlamıştır. Ancak ankete katılan kadınların belli bir oranı ise, bu nedenlerin dışında toplumsal yapının ataerkil bir yapıya sahip olmasından, kadınların işte ve aynı zamanda evde yükümlülüklerinin olmasından, eğitim açısından kadınların erkeklere göre daha alt seviyede kalmasından ve son olarak da erkeklerin fiziksel anlamdaki gücünden bahsetmektedir. Buradan çıkarılacak sonuç; kadınların toplumsal yapıdaki durumunun biyolojik farklılıklardan ziyade, toplumda benimsenmiş toplumsal cinsiyet anlayışlarıyla belirlenmesi ve bu durumun kadını bağımlı, edilgen ve boyun eğici bir kalıba sokmasıdır.
Ülkemiz çalışma hayatının, özellikle bugün gelinen noktasında cinsiyet ayrımcılığının boyutlarını görmek açısından izleyen satırlarda; Dünya Ekonomik Forumu’nun 2016 Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu’nda (Global Gender Gap Report - GGGR) ülkemize ait veriler incelenmiştir. Ayrıca ülkemiz, aradaki farkı görmek açısından, dünya genelinde kadın-erkek eşitliğinde en iyi durumda olan ülke ile karşılaştırılarak değerlendirilmeye çalışılmıştır. Bu rapora göre, kadın-erkek eşitliği açısından Türkiye 144 ülke arasında 130. sırada yer almaktadır. Türkiye açısından hiç de iç açıcı olmayan bu sıralamaya göre; cinsiyet eşitliğinde en iyi ülke olarak İzlanda yer alırken; listenin son sırasında ise, Yemen bulunmaktadır (GGGR, 2016). Türkiye, bir önceki yıl raporunda da 145 ülke arasında yine 130. sırada yer almıştır. Aynı şekilde İzlanda bu konudaki liderliğini 2015 yılında da göstermiştir (GGGR, 2015). Rapora göre Türkiye, kadınların işgücüne katılım oranında, genel sıralamada olduğu gibi 130. sıradadır. Buna göre; 100 kadından sadece 33’ü iş hayatında yer almaktadır. Ayrıca, cinsiyet ayrımcılığında önemli bir kriter olan kadın-erkek ücret eşitliğinde; ülkemizin 144 ülke arasında 98. sırada yer aldığı görülmektedir. Oysa bu rapora göre cinsiyet eşitliğinde en iyi durumda olan İzlanda kadınların işgücüne katılım oranında dünya genelinde 10. sıradadır. Buna göre ülkede her 100 kadından 83’ü çalışmaktadır. Ülke ücret eşitliğinde de aynı düzeylerde olup, dünya genelinde 11. sırada yer almaktadır.
Bugün farklı sektörlerden, şirketlerden ve kademelerden kadın ve erkek profesyonellere çalışma ortamında cinsiyetin etkileri sorulduğunda cevaplar büyük değişkenlik göstermektedir: “Kadın-erkek tamamen eşittir” den, “Kadınlar büyük engellerle karşılaşıyor” a veya “Kadınlara yönetimden daha fazla destek geliyor” a kadar çeşitli uygulamalar ve yorumlar ön plana çıkabilmektedir. Bir gerçek var ki, her gün daha fazla kadın iş hayatına giriyor ve kariyer basamaklarını çıkıyor, daha çok söz sahibi oluyor, şirketin yönünü belirlemede etkili bir şekilde çalışmakta. Böylece, iş yerinde çeşitlilik artıyor, farklı görüşler ve iş yapış tarzları ortaya çıkmaktadır.
Esneklik, yaratıcılık ve çözüm üretmeyi kamçılayan bu değişim, sosyal bilimciler, insan kaynakları ve yöneticiler tarafından dikkatle ele alınması gereken hassas bir konudur. Kadın-erkek arasındaki profesyonel ilişkilerinden verim sağlanabilmesi için, ortak diyaloğun sağlanması ve tarafların birbirini doğru değerlendirmesi de büyük önem taşımakta. Cinsiyet farklılıklarından doğan üslup ve davranış farkları, anlaşmazlıkların ve çatışmaların oluşmasına sebep olmaktadır. Bu tür, işyerinde başarıyı gölgeleyecek sıkıntıların yaşanmaması için, cinsiyet biliminin iş dünyasındaki yerini saptamak önemlidir.
Tüm toplumlarda, çalışan ve özellikle yönetici pozisyona ulaşmayı amaçlayan kadınlar çok sayıda engelle karşı karşıyadır. Bu engellerin birçok nedeni bulunmaktadır. Bunlardan en önemlileri; kadınların toplumsal beklentiler ve karakteristik özellikleri nedeni ile çalışma hayatında yaşadıkları sorun ve bunların yanı sıra erkek egemen çalışma hayatında karşılaştıkları görünen ve görünmeyen çok sayıda engeldir. Konu ülkemiz açısından değerlendirildiğinde, çalışma hayatında kadınları olumsuz etkileyen cinsiyet ayrımcılığının, ilgili araştırma sonuçlarına ve dünya genelindeki raporlara göre yüksek düzeyde olduğu görülmektedir.
Kadınlar, erkeklerle kıyaslandığında, iş hayatında hala yeterince yer aldıklarını söylemek mümkün değildir. Bu olumlu ancak yeterli olmayan ilerleyişte kendisini sadece anne ya da eş olarak görmeyen, aile bütçesine katkı sağlamak ve aynı zamanda hem sosyal hayat içerisinde yer almak hem de yönetimde söz sahibi olmak isteyen kadınların çok sayıda bireysel ve toplumsal engelleri aşması gerekmiştir.
Kadın nüfusu dünyanın nerdeyse yarısını oluşturmasına rağmen, çalışma hayatında, kadınların üst yönetim kademelerinde erkeklerle aynı düzeyde yer alamamalarının sebebi çoğu zaman toplumların kadının üstlenmesi gereken rollere dair kalıplarıdır. Aynı zamanda toplumda, iş hayatının genellikle erkek ağırlıklı olarak belirlenmiş olması, kadının iş dünyasında ikinci plana atılmasına ve üst yönetim kademelerinde yer alamamasına neden olmaktadır. Ayrıca, kadından beklenen geleneksel rol gereği kadının ailesi ve kariyeri arasında kalması da iş hayatında ilerlemesini zorlaştırmaktadır. Ülkemizde yasalarla ve taraf olunan uluslararası sözleşmelerle, kadınlara çalışma hayatının tüm alanlarında fırsat eşitliği sunan hükümlere rağmen, kadınlar iş hayatında açıkça ifade edilmeyen görünmez engellere maruz kalmaktadırlar. Beşeri sermayenin çok önemli olduğu günümüz koşullarında ülkemiz açısından, gerek kamu gerekse özel sektörde kadın çalışanların yeteneklerinden yararlanmak için kadınların üst yönetim kademelerine ulaşabilmesini sağlayacak düzenlemelerle pozitif ayrımcılık yapılması ve kadınların aile ve işi arasında denge kurabileceği bir iş ortamı yaratılması gerekmektedir. Sonuç olarak; ülkemizin daha fazla demokratikleşmesi ve sürdürülebilir bir kalkınma gerçekleştirebilmesi için; iş hayatında bireysel, örgütsel ve toplumsal anlamda oluşturulacak yasal, ekonomik ve sosyal düzenlemelerle kadın-erkek eşitliğine dayalı bir iş ortamı sağlanması şarttır. Her şeyden önce, insan haklarına saygılı bir işgücü oluşturulması için yönetimde kadınların da erkekler kadar söz sahibi olması son derece önemlidir.
İstanbul Aydın Üniversitesi Hukuk Kulübü-Kadın Hakları Departmanı olarak okulumuzda yaptığımız ankette arkadaşlarımıza ‘iş alımındaki cinsiyet ayrımcılığı olduğunu düşünüyor musunuz’ sorusunu sorduk ve cevaplarını aldık. Kadınların % 80i bu soruya evet cevabını vermiş ve kalan %20 si ayrımcılığın olduğunu düşünmediklerini dile getirmiştir.Erkek arkadaşlarımızın % 60’ı iş alımındaki cinsiyet ayrımcılığı olduğu görüşünde olmakla birlikte kalanı ayrımcılığın olmadığını savunmuştur. Bu anket sonucuna göre okulumuzdaki öğrencilerin %70 i iş alımı sürecinde kadın ile erkek arasında ayrım yapıldığını düşünmektedir. İş alımındaki ayrımcılığının olduğunu düşünen öğrenci arkadaşlarımızın %56’sı kadın arkadaşlarımızın %44’ünü ise erkek arkadaşlarımız oluşturmaktadır. Bu da bize aslında sadece kadınların değil erkeklerinde bu ayrımcılığın farkında olduklarını ve karşı çıktıklarını göstermektedir. %30 oranındaki ayrımcılığın olmadığını düşünen grubun da yaklaşık %66 erkek arkadaşlarımız %40’ını ise kadın arkadaşlarımız oluşturmaktadır. Anket sonucuna göre iş alımında cinsiyet ayrımcılığının yaşandığı görüşünün ağır basmakta olduğunu görmekteyiz. Zira bize göre de günümüzde iş alımlarında cinsiyeti sebebiyle işe alınmaması veya işe alımının zorlaşması durumlarıyla karşılaşmaktayız. Bu durum maalesef ki hala aşamadığımız bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Comentarios