HAYVAN HAKLARININ ANAYASADAKİ YERİ
- iauhukukklb
- 26 Mar 2024
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 28 Mar 2024
HAYVAN HAKLARININ ANAYASALARDA DÜZENLENMESİ
Hayvan hakları geçmişten günümüze sürekli değişmekle beraber günümüze gelinceye dek
de bununla ilgili pek çok tartışmayı beraberinde getirmiştir. Bu değişimlerin başlaması da
kolay olmamış fakat başlamasıyla geleceğe yönelik umutları yeşertmiş, devamlılığının
geleceğine dair adeta bir umut ışığı olmuştur.
Bu bağlamda hayvanların hukuki statüsü hakkında bilgi sahibi olmak maksadıyla öncelikle
Osmanlı İmparatorluğundan günümüze kadar olan hayvan haklarının nasıl yasalarca
korunacağına ilişkin bilgiler verecek, sokak hayvanlarının durumuyla ilgili güncel tartışmalara
değineceğiz. Belki bunlar hakkındaki verilecek bilgiler, gelişmeler hususunda biraz olsun bize
bilgi sağlayabilir, farkındalığımızı arttırmamıza yardımcı olabilir. Belki bu bilgiler ışığında
Anayasa Mahkemesi’nin 24.03.2022 tarihli Hayvan Hakları Kanunu’nun iptaline ilişkin dava
dilekçesiyle birlikte Zühtü Arslan tarafından yazılan karşı oy gerekçesini incelemek söz
konusu sorunları anlamak açısından da katkı sağlayacaktır.
Osmanlı döneminde modernleşme ve çağa ayak uydurma adımlarıyla çeşitli düzenlemeler
yapılmaya başlanmıştır. İlk düzenlemeler ise av hayvanlarıyla ilgili olmuş, ormanların
avlanmayı kolaylaştırmak için kesilmemesi için yasaklar getirilmiş bazı türlerin de nesillerinin
devamlılığı için önlemler alınmaya çalışılmıştır yeterli olmasa bile. Caydırıcı yasalar ise
Tanzimat Dönemi’yle birlikte çıkmaya başlamıştır. 1870 Orman Nizamnamesi ve Zabıta-i
Saydiye buna örnektir. Buradan hareketle de hayvanlara yaklaşımda bir farklılaşmanın
görüldüğünü anlayabiliyoruz. 20. Yüzyılda ise Osmanlı’nın sokak hayvanlarıyla ilişkisi
modernleşme yönünde değişime başlamıştır. Yeni şehircilik planlaması buna örnektir fakat
sokak köpeklerinin toplatılması kararını da içermektedir ve geniş ve dar mercekte de
tartışmalara yol açmıştır. Sokak köpeklerinin saldırıları çoğalınca 1911’de Belediye Başkanı
Suphi Bey tarafından köpekler Hayırsız Ada’ya gönderilmiştir. Sonraki Belediye Başkanı da
benzer bir politika benimseyerek kalan diğer köpeklerin toplatılması yönünde karar
vermiştir, yani Osmanlı İmparatorluğundan Cumhuriyete geçişte sokak hayvanları politikası
pek de değişmiş sayılmaz. Birinci dünya savaşı sırasında yayılan hayvan kaynaklı salgınları
önlemek amacıyla da kuduz vakaları için 1932 yılında yayımlanan 359 sayılı Genelge ile toplu
itlaflar yaşanmıştır.
Diğer taraftan, Cumhuriyetin ilk yıllarında hayvanların korunmasına ilişkin belirli yasal
adımlar atılmış ve sahipli hayvanların öldürülmesi 1926 tarihli Türk Ceza Kanunu kapsamında
“Mala Zarar Verme” başlığı altında düzenlenmiştir(765 sayılı Türk Ceza Kanunun 521.
Maddesi)
Günümüze doğru gelindiğinde, sahipli ya da sahipsiz ayrımı yapılmaksızın tüm hayvanların
kapsamlı bir korumaya tabi olmasına yönelik çalışmalar 1980’li yıllarda başlasa da bu
doğrultuda bir somut adım atılamamıştır. Bu kapsamda, uluslararası boyutta hayvan
haklarına ilişkin en önemli belgelerden biri olan “Ev Hayvanlarının Korunmasına Dair Avrupa
Sözleşmesi’nin (European Convention for the Protection of Pet Animals) 2003 yılında Türkiye
Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanmış, daha geniş bir hayvan hakları sisteminin
oluşturulmasının önü açılmıştır.Sözleşme’nin onaylanmasından bir sene sonra kabul edilen
5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu, hayvanların rahat yaşamlarını ve hayvanlara iyi ve
uygun muamele edilmesini temin etmek, hayvanların acı, ıstırap ve eziyet çekmelerine karşı
en iyi şekilde korunmalarını, her türlü mağduriyetlerinin önlenmesini sağlamak amacıyla
yürürlüğe girmiştir. 5326 sayılı Kabahatler Kanunu kapsamında ele alınan söz konusu Kanun,
bir hukuk nesnesi olarak, sahipli ya da sahipsiz tüm hayvanların haklarını
düzenlemektedir. 14 2004 tarihli Kanunun, kabahatler kapsamında ele alınmasının caydırıcılık
sorununa yol açabileceğine dair kamuoyunda endişeler dile getirilmiş ancak 2021 tarihli
Hayvanları Koruma Kanunu ile Türk Ceza Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un
kabul edilmesiyle söz konusu yaptırım sorunun giderileceği ifade edilmiştir.Bu Kanun’un
yürürlüğe girmesiyle birlikte, hayvanlara yönelik suçlar Türk Ceza Kanunu kapsamında
sayılmış ve metinde “can” ibaresinin kullanılmasıyla birlikte hayvanların hukuki statüsü de
değiştirilmiştir.
5199 sayılı kanuna gelecek olursak ise diğerlerine nazaran daha modern ve kapsayıcı
olduğu düşünülüyor olsa da hala tartışmalar devam etmektedir özellikle de sokak
hayvanlarının toplatılması yönündeki gelişmeler.. Söz konusu tartışmalar kapsamında, 5199
sayılı Kanun’un 28/A maddesinde yer verilen ceza düzenlemesi ve 12. maddede sayılan
“Hayvanların Kesimi” başlığına ilişkin eleştiriler yöneltilmiş ve bu maddelerin iptali için
Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvurulmuştur. Kanun’un 28/A maddesiyle hayvanlara
yönelik suçlara ilişkin soruşturma esasları düzenlenmekte ve ayrıca, yeni bir muhakeme şartı
konulması öngörülmektedir: Sahibi tarafından işlenen suçlar da dâhil olmak üzere bu
maddede belirtilen suçların işlenmesi halinde soruşturma yapılması Tarım ve Orman
Bakanlığının il veya ilçe müdürlükleri tarafından Cumhuriyet başsavcılığına yazılı başvuruda
bulunulmasına bağlıdır. Bu başvuru muhakeme şartı niteliğindedir. Söz konusu maddenin
iptaline ilişkin verilen dava dilekçesinde; maddede belirtilen muhakeme şartının haksızlığa
yol açtığı, başvuru şartlarına dair düzenleme yapılmadığından keyfiliğe açık olduğu ve suçun
yaptırımının diğer suç türleriyle orantılı olmadığı belirtilmektedir. Bu doğrultuda, söz konusu
davada iptal talebi oyçokluğuyla reddedilmesine rağmen, karşı oy gerekçesinin incelenmesi;
Giriş bölümünde de kısaca değinildiği üzere, hayvan hakları ve hayvanların hukuki
belgelerdeki statüsü üzerine bir değerlendirme yapmak için faydalı olabilir. AYM İptal Davası
Kapsamında Karşı Oy Gerekçesi AYM’ye ana muhalefet partisi tarafından açılan iptal
davasına ilişkin dilekçede, söz konusu maddenin caydırıcılığına ilişkin endişelere yer
verilmektedir. Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan tarafından yazılan karşı oy
yazısında da benzer görüşler dile getirilmekte ve Kanun’un asli amacı olan etkin koruma
hedefinin, saldırıya uğrayan hayvanları korumak amacıyla bulunulacak suç duyurusu
kapsamında, savcılığın devre dışı bırakılmasıyla engellendiği ifade edilmektedir. Özellikle
Arslan, maddede yer alan başvuru mekanizmalarının işleyişine yer verilmemesinin keyfiliğe
yol açacağını belirterek Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2. Maddesinin ihlal edildiğini
ifade etmektedir: Muhakeme şartı olarak belirlenen, “Tarım ve Orman Bakanlığının il veya
ilçe müdürlükleri tarafından Cumhuriyet başsavcılığına yazılı başvuruda bulunulması”
mekanizmasının nasıl çalışacağı, müdürlüklerin re’sen mi yoksa vatandaşlardan gelen
şikayetler üzerine mi harekete geçebileceği, kişilerin şikayetlerinin nasıl değerlendirileceği,
yazılı başvuru yapılıp yapılmaması konusunda takdir yetkilerinin olup olmadığı, varsa bu
takdir yetkisinin hangi ilke, kriter ve şartlara göre kullanılacağı ve söz konusu müdürlüklerde
hayvanlara karşı işlenen suçlar konusunda uzmanların istihdam edilip edilmeyeceği gibi
hususlarda hiçbir düzenleme bulunmamaktadır […]”.20 Aynı zamanda AYM Başkanı, temel
esasların yönetmelik aracılığıyla belirlenmesinin “yargısal denetim merciini değiştirmesi”ne
neden olabileceğine işaret ederek Anayasa’nın 7. Maddesine aykırı olduğu görüşünü dile
getirmektedir. Son olarak, söz konusu düzenlemenin, Anayasa’nın 56. maddesinde sayılan
“sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı” kapsamında, bu maddede öngörülen devletin
hayvanlara karşı negatif yükümlülükleriyle, yani siyasal iktidara sınır çizen düzenlemelerle
uyuşmadığı ifade edilmektedir.
Buna göre, Kanun’daki eksikliklerin temel nedeninin, Osmanlı Dönemi’nden günümüze
hayvanların hukuken “mal” olarak ele alan yaklaşımın oluşturduğu söylenebilir. Burada
hayvanların, her ne kadar can kabul edilse de, bir hak öznesi olarak benimsenmediği ve
hayvanları “hukuk nesnesi” olarak gören Klasik Hukuk yaklaşımından uzaklaşılamadığı,
yaptırım açığıyla da gözler önüne serilmektedir.
Sonuç olarak Türkiye’nin kalkınma ve gelişme sürecinin gerekleriyle hayvan haklarının
korunması arasında bir gerilim görülmektedir. devletin salgın hastalıklarla mücadele etmek
ve sokak hayvanlarının saldırılarını önlemek amacıyla uyguladığı politikalar hayvanların
sistematik şekilde toplumdan uzaklaştırılmasına ve yok edilmesine neden olmuştur. Bu
doğrultuda, hayvanların doğal alanlarının şehirleşmeyle birlikte daraldığı gerçeği görmezden
gelinmemeli ve bu söz konusu “Modern Şehir’e ilişkin, insanı merkeze alan planlama
yaklaşımının yarattığı insan-doğa ikilemine de işaret edilmelidir. Nihayetinde, sokak
hayvanlarının neden olduğu sorunlar göz ardı edilmeden, hayvan haklarına ilişkin hukuk
metinlerinde hayvanın hukuki statüsü netleştirilmeli ve yaptırım mekanizması gözden
geçirilmelidir.
İrem Tura
İAÜ Hukuk Kulübü Anayasa Departmanı Üyesi
Comments