top of page

1915 Olaylarının Tarihi, Hukuki ve Güncel Boyutları

A. Giriş


Öncelikle Soykırım ve Tehcir (zorunlu göç) terimlerinin kelime anlamına bakacak olursak, Soykırım; bir plan çerçevesinde, milli, dini veya ırki bir toplumun tamamen veya kısmen yok edilmesi amacıyla kasten öldürülmesidir. Tehcir ise; insanların göç ettirilmesinin ve göç etmelerinin sağlanmasıdır.


Ermeni Tehciri, I. Dünya Savaşı’nın etkilerinden korunmak isteyen ve ülke içerisinde çıkan milliyetçi tabanlı ayaklanmaları, isyanları ve saldırıları durdurmak, önlemek isteyen Osmanlı Devleti’nin hukuka uygunluk sebepleri çerçevesinde yapmış olduğu yasal bir uygulamadır.


Siyasetçiler ve tarihçiler tarafından hala tartışılan bu konuda fikir birliğine henüz varılmamıştır. Ermenilere karşı ırk esaslı soykırım suçunun işlendiğine dair uluslararası alanda hüküm ifade eden bir yargı kararı bulunmamaktadır. Bu iddia hakkında yapılan görüşmeler ve yürütülen yargılamalar, her seferinde Türkiye lehine sonuçlanmıştır. Buna rağmen her yıl 24 Nisan’da 1915 olayları ve soykırım iddiası tekrar gündeme gelmektedir.


Ermenistan Devleti’nin ilk başbakanı olan Ovanes Kaçazuni’nin sunduğu bir raporda;

Rus Çarlığı, İngiliz ve Fransız emperyalizminin kendilerini kullandığını ve kendilerini ortada bıraktıklarını, Dünya Savaşı öncesinde Ermeni Devleti kurma amacının ve eylemlerinin hata olduğunu, Müslüman nüfusunun katledildiğini ve Ermeni terör eylemlerinin Batı kamuoyunu kazanmaya yönelik olduğunu ifade etmesine rağmen bu hususun siyasi ve dış politikalarda tekrar ve tekrar gündeme getirildiği görülmektedir.


Türkiye ile siyasi ilişkileri kötü gitmekte olan bazı ülkeler, siyasi misilleme olarak, yaşanan olayları kimi zaman soykırım olarak tanımayı bir koz olarak öne sürmektedir ve soykırım olarak doğrudan tanımaktadır. Tarihsel bir dayanağı bulunmayan bu iddianın yalnızca siyasi baskı oluşturma amacıyla gündeme getirildiği anlaşılmaktadır.


Yaşanan olayların soykırım olduğu görüşü; 2019 yılı itibarıyla Almanya, Brezilya, Fransa, İtalya, Kanada ve Rusya'nın ve 29 ülkenin yanı sıra ABD Başkanı Joe Biden’ın 24 Nisan 2021 tarihli konuşmasıyla ABD tarafından da resmen tanınmıştır.


Bir soykırım fiili, yalnızca görevli ve yetkili mahkemenin kesinleşmiş kararı ile tespit ve ilan edilebilir.

ABD Başkanı Biden, 1915 yılında gerçekleşen olayları, bu konuda bir karara varma yetkisi olmamasına rağmen, “soykırım” olarak nitelendirmiştir. Başkan Biden’in bu nitelendirmesi ve açıklamaları, kesinlikle tarihi ve hukuki gerekçelere aykırıdır, tarihi gerçekler karşısında hiçbir somut değeri bulunmamaktadır.


Yaşanan olayların soykırım olduğu görüşünü doğrudan reddeden ülkeler ise Türkiye ve yakın ilişkiler sürdürdüğü Azerbaycan ile Pakistan'dır.



- Zeynep Sude YALDIR



B. Ermeni Tehciri’nin Tarihsel Boyutu


Ba. Giriş:


Ermeni Tehciri, oldukça politize edilmiş bir tarihsel olay olduğu için tarafsız anlatımlar bulmak oldukça güç. Öncelikle tehcire neden ihtiyaç duyulduğunu ve tehcirin hangi koşullarda yapıldığını iyi tahlil etmek gerekiyor. Aşağıdaki yazımda, bu konuyla ilgili sadece yüzeysel bilgiler vermek mecburiyetindeyim. Fakat her Türk Vatandaşı bu konuyla ilgili derinlikli okumalar yapmalıdır. İyi okumalar dilerim.


Bb. Ermeni Tehciri:


Henüz Osmanlı Devleti 1. Dünya Savaşı’na dahil olmadan Taşnaksutyun komitesi, Doğu Anadolu ile Kafkasya’ya geçmiş ve savaş hazırlıklarına başlamıştı. Bu hazırlıklar süresince seyyar hastaneler kurulmuş, cephanelikler oluşturulmuş ve Ermenilere bildiler dağıtılmıştır. Bu bildiride şu ifadeler bulunmaktaydı;


“Ermeni milletinin Rusya’ya karşı değişmeyen sadakatini göstermesi zamanı gelmiştir. Ermeniler, hududun ötesinde bulunan birçok kardeşlerini kurtarmak için hiçbir fedakarlıktan çekinmemelidir.”


Hınçak Komitesi de kendi dergilerinde uzun bir beyanname yayımlamış ve tüm Ermenileri açık ifadelerle “Dava için ölmeye” çağırmıştır.

Osmanlı Devleti savaşa girdiğinde Enver ve Talat Paşa, Ermeni Cemaatinin önemli isimleriyle iletişime geçmiş ve sadakat talep etmiştir. Eğer bu taleplerine uyulmazsa sert tedbirler alınabileceğini Ermeni önderlerine iletmişlerdir. Fakat buna rağmen özellikle Van ve çevre illerinde Ermeniler hızlıca silahlandırılmış ve isyan faaliyetleri başlatılmıştır. Bölgedeki Müslüman yoğunluğunun kırılması için çevre köyler basılmış, köylüler tek fert kalmayacak şekilde katledilmiştir. Bunun yanında Ermeni çeteciler, cepheye erzak sevkini zorlaştırmış, düşman birliklerine erzak sağlamış ve müstahkem mevkileri düşmana göstermişlerdir.

Bugün Ermeni Tehcirini soykırım olarak niteleyenler, bu olayların 24 Nisan 1915’te başladığını iddia ederler. 24 Nisan genelgesi, bütün bu faaliyetleri düzenleyen Ermeni Komitelerini kapatmak ve ilişiği olanların tutuklanıp yargılanmasına yönelik çıkartılmıştır. Fakat bu tutuklamaları soykırım olarak nitelemek mümkün değildir. Çünkü sadece 2.234 Ermeni sürülmüş ve bu sürgünlerin nedeni Ermeni uyruklarından ötürü olmamıştır. Örneğin İstanbul’da yaşayan 77.735 Ermeni’den sadece 235 kişi tutuklanmıştır.

27 Mayıs 1915’te Tehcir Kanunu yürürlüğe girmiştir. Ve 30 Mayıs 1915’te iskan usulü ile ilgili çıkarılan bir talimatnameyle tehcire tabi tutulan Ermenilerin can, mal ve namusları korunma altına alınmış ve bunlara gelecek bir zarardan memurlar sorumlu tutulmuştur. 28 Ağustos 1915’te çıkarılan bir talimatname ise şöyledir;


1. Arabayla veya yaya olarak yola çıkan gruplar, en yakın demiryolu istasyonuna götürülecek, oradan da yerleştirilecekleri yerlere trenle sevk edileceklerdir.

2. Tehcire tabi tutulanlar, tren istasyonlarına vardıklarında aile reisleri asker olan veya bakacak kimsesi bulunmayan kadın ve yetimler, durumlarını resmî belge ile yetkililere ibraz ettikleri takdirde başka yere iskân edilmeyerek istasyon yakınındaki şehir, kasaba veya köylere yerleştirileceklerdir. Yer değiştirmek istemeyen Katolik ve Protestan Ermeniler de bu haktan istifade edebileceklerdir.

3. Tehcir hareketinin başlamamış olduğu bölgelerde uzun süredir yerleşmiş bulunan ve bu yerleri terk etmek istemeyen asker aileleri, Katolik ve Protestan Ermeniler tehcir dışında kalacakları gibi, memleketin ekonomisi için faydalı olan imalathaneler ve bunlarda çalışan işçi sanatkârlarla demiryollarında çalışan Ermeniler ve bunların aileleri de tehcir dışında tutularak yerlerinde bırakılacaklardı.

4. Başka yerlere iskân edilecek Ermenilerin, sevk sırasında iaşeleri temin edilecek, seyahatleri esnasında yiyecek satın alacak güçte olmayan fakirlerin iaşeleri ücretsiz olarak karşılanacaktır.

5. Sevk sırasında Ermenilerin güvenliği sağlanacaktır. Hamile kadınların ve yeni doğmuş çocukların ihtiyaçları karşılanacaktır. Hastaların her gün doktorlar tarafından muayeneleri yapılacak, fakirlere iyi yemek çıkarılacaktır. Uygunsuz hareketlerde bulunan görevliler, bu tutumlarından dolayı tam sorumlu olacaklardır.

6. İskâna tabi tutulanlar arasında yerlerini terk etmek istemeyenler veya yerlerine dönmek isteyenlerden makul sebep gösterenlerin dilekçeleri görevlilerin görüşleri de alınarak Dâhiliye Nezaretine gönderilecek ve Nezaretin vereceği cevaba göre hareket edilecektir.

7. Ereğli ve Pozantı arasındaki bölgede tehcire tabi tutulanlar, kısmen demiryolu, kısmen de motorlu vasıtalarla seyahat edeceklerdir. Hastalar, düşkünler ve çocukların trenle seyahat edebilmeleri için öncelik tanınacaktır. Bunların dışında kalanlar, araba ve katır vasıtasıyla veya yaya olarak menzillerine sevk edileceklerdir. Seyahat süresince her kafilenin refakatinde birer muhafız ve levazım mangası bulunacaktır.

8. Göç sırasında veya konaklama esnasında Ermeni göçmenlere yapılacak herhangi bir saldırı derhal önlenecektir. Saldırıda bulunanlar tevkif edilerek Divan-ı Harb mahkemesine sevk edilecek ve en ağır şekilde cezalandırılacaktır.

9. Seyahat esnasında resmî görevlilerin nezaretlerindeki sivil görevlilerin vazifelerini ihmal etmeleri veya kötüye kullanmaları halinde, bu durumdan resmi görevli kişiler sorumlu olacaklar ve ilk seferde para kesme ile tekrarında ise tenzil-i rütbe ve tenzil-i maaş ile cezalandırılacaklardır.

10. Göçe tabi tutulanlardan hediye veya rüşvet alan, vaat veya tehdit ile kadınları istismar eden ve onlarla gayri meşru münasebet kuran görevliler derhal azledilip Divan-ı Harbe sevk edilecek ve en ağır şekilde cezalandırılacaktır.


Tehcir Kanunundan sonra çıkarılan talimatnamelere bakılırsa iskân edilen Ermenilere zarar gelmemesi için bütün idari önlemler alınmıştır. Fakat Osmanlı Devleti’nin gerek mali gerek lojistik gerekse politik durumundan kaynaklanan sebeplerle iskân esnasında can kayıpları yaşanmıştır. Unutulmamalıdır ki Yemen’de, Hicaz’da ve Sarıkamış’ta bulunan Osmanlı askerleri de devletin yetersizliğinden ötürü hastalık ya da açlıktan kırılmıştır. Osmanlı ne kendi askerini ne de kendi vatandaşları olan Ermenileri öldürmeyi amaçlamıştır. Fakat sayılan sebeplerden ötürü Osmanlı vatandaşları hayatlarını kaybetmiştir.


- Ilgaz Dora ŞENSÖZ


C. 24 Nisan 1915 Olayları’nın Hukuki Açıdan Değerlendirilmesi


Ca. Soykırım İfadesinin Tanımı ve Hukuki Boyut

Soykırım (İngilizce: genocide) ifadesi 1944 yılında Polonya Yahudisi bir hukukçu olan Raphael Lemkin tarafından Yunanca ‘’soy’’ anlamına gelen génos ile Fransızca ve Latincede ‘’katletmek’’ anlamına gelen cidium kökeninden geçmiş cide sözcüklerinin birleşmesiyle ortaya çıkmıştır. ‘’Soykırım’’ ifadesi Uluslararası Hukuk literatürüne 1948 Tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme’nin ortaya çıkışıyla beraber girmiştir.


Soykırım davranışını işlemek gerçek kişiler için bir uluslararası suç, devletler için ise uluslararası haksız fiil doğurur. Soykırım davranışının devlete isnat edilebilmesi için, soykırım davranışı ‘’devlet organlarının veya bu organlara tabi ya da bunların denetiminde faaliyet gösteren kişi veya makamlar’’ tarafından gerçekleştirilmiş olmalıdır. Soykırım davranışından doğacak sorumluluk, devletin icrai ya da ihmali hareketlerinden doğar. İcrai hareket, devletin bizzat soykırım davranışını gerçekleştirmesidir. İhmali hareket ise, kendi topraklarında işlenen soykırım davranışına karşı sessiz kalması ya da gerekli tedbirleri almamasıdır.

Soykırım davranışının ardından, devletlerin onarım yükümlülüğü mevcuttur. Sorumlu devlet, bu süreçteki maddi manevi tüm zararları onarmak zorundadır.

Eğer soykırım davranışı, gerçek kişiler tarafından yapılmışsa, bu davranışın devlet talimatıyla ya da devlet denetimi altında yapıldığının ispat edilmesi şarttır.


Cb. 1915 Olaylarındaki Soykırım İddialarının Değerlendirilmesi

Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecine girmesiyle beraber, 1789 Fransız İhtilali ile birlikte ortaya çıkan milliyetçilik akımının da etkisiyle, İmparatorluk bünyesinde bulunan birtakım etnik gruplar, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı bağımsızlık mücadelesi vermişlerdir. Ermeniler de bu faaliyetlerini sürdürebilmek için ‘’Hınçak’’ ve ‘’Taşnak’’ cemiyetlerini kurmuş ve Çarlık Rusya desteğini arkasına alarak, Osmanlı Devleti’nin topraklarında birtakım silahlı faaliyetlerde bulunmuştur. Bu silahlı faaliyetler, Osmanlı tebaasından birçok kişinin ölümüne sebep olmuştur.

Bu gibi trajik gelişmelerin yaşanmasının önüne geçmek adına 27 Mayıs 1915 tarihinde Dahiliye Nazırı Talat Bey’in girişimleriyle Tehcir Kanunu ortaya çıkmış ve 1 Haziran 1915’te yürürlüğe girmiştir. İlgili kanunun yürürlüğe girmesiyle beraber Osmanlı Ermenileri, örgütlenmenin önüne geçilmesi amacıyla bulundukları yerlerden zorunlu göçe tabi tutulmuşlardır.

Sevk boyunca, devlet Ermenilerin her türlü ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmış ve güvenlikleri için tedbirler almıştır. Dahiliye Nazırı Talat Bey, iskan esnasında dikkat edilmesi gereken hususları, 28 Ağustos 1915 tarihli talimatname ile bildirmiştir. Osmanlı Devleti, tehcirin gerçekleştiği esnada ‘’savaş hali’’ olmasına rağmen, güvenlik tedbirlerini almıştır. Tehcir sırasında, Osmanlı Ermenilerinin bazılarının hayatını kaybetmesi ya da kaybolmaları tarihsel bir gerçektir. Ancak Osmanlı Ermenilerinin öldürülmesi suçu gerçek kişiler tarafından işlendiği için, bu kişilerin devlet tarafından görevlendirildiğinin ispat edilmesi şarttır. Böyle bir ispat mevcut değildir. Dolayısıyla, Osmanlı Devleti’ne karşı ortaya atılan soykırım iddiaları, iddia aşamasından öteye geçmemektedir.


Cc. 1915 Olaylarındaki Soykırım İddialarının Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne İsnadı Bakımından Değerlendirilmesi

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 1948 Tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme’ye 1950 yılında taraf olmuştur.

Söz konusu olayların, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne isnat edilmesi, aşağıdaki sebeplerden ötürü pek mümkün değildir:

1. 1948 Tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme, geçmişe etkili değildir. Uluslararası Adalet Divanı, bu konuyu Hırvatistan-Sırbistan Kararında incelemiş ve işbu sözleşmenin geçmişe etkili olmadığına karar vermiştir. Uluslararası Adalet Divanı, bu kararı alırken Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’nin 28.maddesine atıfta bulunmuştur. Buna göre, 1915 yılında yaşanmış olaylar, 1948’de imzalanmış ve 1951 yılında yürürlüğe girmiş Sözleşme’nin kapsamına alınamaz.

2. Devletlerin sorumluluğunda adem-i halefiyet (yerini almanın yokluğu) mevcuttur. Bu sebeple Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilgili iddialardan dolayı uluslararası sorumluluğu doğmaz.

3. 1948 Tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme’nin 6.maddesinde soykırım suçunun yetkili bir yargı organı tarafından belirlenmesi gerektiği açıkça belirtilmiştir. Yetkili bir uluslararası mahkemenin böyle bir kararı mevcut değildir.


-Mehmet KIŞLIK


D. Perinçek-İsviçre Davası ve AİHM’nin Perinçek Kararı

Dr. Doğu Perinçek İsviçre’de 2008 yılında, “Ermeni soykırımı bir uluslararası yalandır” dediği için Lozan Polis Mahkemesi tarafından ırk ayrımcılığı suçu işlemekten mahkûm edilmiştir. Bu mahkûmiyet İsviçre Federal Mahkemesi tarafından onaylanmıştır. Dr. Doğu Perinçek, bu karara karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) İsviçre’ye karşı 2008 yılında dava açmıştır ve Türk hükümeti de bu davaya katılmıştır. AİHM’de görülen davada; İtalyan yargıç Guido Raimondi başkanlığında, Danimarkalı Peer Lorenzen, Sırp Dragoljub Popovic, Macar Andras Sajo, Karadağlı Nobojsa Vucinic, Portekizli Paulo Pinto De Albuquerque ve İsviçreli Helen Keller adlı yedi yargıçtan oluşan AİHM İkinci Dairesi, iki olumsuz oya karşı beş olumlu oyla verdiği kararda, Dr. Doğu Perinçek’in mahkûm edilmiş bulunmasını ifade özgürlüğünün çiğnenmesi olarak nitelemiş; İsviçre’yi mahkûm etmiştir. Portekizli ve Karadağlı yargıçlar karara karşı oy kullandılar ve karşı oy şerhi yazmışlardır. İtalyan (Başkan) ve Macar yargıçlar karar lehinde oy kullanmakla birlikte, yazılı görüş sundular. İsviçreli yargıcın, karara olumlu -yani kendi ülkesine karşı- oy kullanması ilgi çekici bir ayrıntı olarak not edilmiştir.17 Aralık 2013 tarihli kararın açıklanmasından sonra dünyadaki Ermeni örgütleri ayaklanınca ABD ve Fransa’daki Ermeni asıllı hukukçular, kararın yanlış olduğu ve AİHM Büyük Dairesine yollanması gerektiğini belirten raporlar yazmışlardır. ABD’ deki Ermeni dernekleri, soykırımın 2015 yılında anılacak olan yüzüncü yılı öncesinde böyle bir kararın Ermeni davasına önemli bir darbe olacağını açıklamışlardır. İsviçre hükümetine karara itiraz etmesi için İsviçre içinden ve dışından baskılar yapılmıştır.


AİHM, tarihsel olayların tartışmalı boyutları konusunda olduğu gibi, bunlara yüklenen hukuksal nitelemeler hakkında hakemlik etme yetkisinin bulunmadığını kabul etmektedir. İsviçre Mahkemelerinin bu dava hakkındaki mantıksal dayanağı rahatsızlık yaratır nitelikteydi; zira tek bir görüşü öbür düşüncelerin önüne geçirmekte, farklı görüş sahibi olanı cezalandırmakta ve o konuda her türlü tartışmayı engellemekteydi. AİHM’ni kararı duyarlı ve tartışmalı konularda görüş serdetmenin ifade özgürlüğünün temel niteliği olduğunun, hoşgörülü, çoğulcu ve demokratik bir toplum ile totaliter rejimler arasındaki farkı da bunun oluşturduğunun altını çizmiştir. AİHM Dr. Perinçek’in ifade özgürlüğünü kısıtlama konusunda geçerli bir gerekçe bulunmadığı sonucuna varmıştır.





AİHM’nin Perinçek İsviçre davasında verdiği kararın özeti:

“Soykırım suçu hukuksal kavramı çerçevesine sokulmuştur.”

“Ermeni soykırımı iddiasının reddinin cezalandırılamayacağı” konusunda önemli bir içtihat oluşturan olan AİHM kararı, soykırım kavramını –içinde bulunması gereken hukuksal çerçeveye- yerleştirmesi bakımından önemlidir.

Bu karar ifade özgürlüğünü savunmakta ve bir kişi, hoşa gitmeyebilecek, hatta şoke edebilecek görüşler ileri sürse bile, düşüncesini ifade etmesinin mahkûmiyet sebebi olamayacağını vurgulamaktadır. AİHM bu konuda daha önce de benzer kararlar vermiştir. AİHM, kararında, mahkemenin tarihsel olayları değerlendirmeye ve o olayların soykırım niteliği taşıyıp, taşımadığı hakkında karar vermeye yetkili olmadığını açıkça belirtmiştir.


Fiilin Herkes Tarafından Kabul Edilmiş (Soykırım) Gerçeği Olduğu İddiası:

Bir soykırımın veya insanlığa karşı suçun “herkes tarafından kabul edilen gerçek” sayılması için yetkili mahkeme tarafından bu yolda verilmiş bir karara dayanması gerektiği kanısındayız (Aslında bu saptama her suç bakımından yapılmalı ve sanıklar yargı kararı alınmadan suçlu ilan edilmemelidir). Bir toplumun bir bölümünün, hatta çoğunluğunun, siyasal bağlamda bir eylemi soykırım sayması, o eylemin hukuken soykırım suçu olduğunu göstermez. 1915 olaylarının soykırım olduğu hakkında yetkili mahkemece verilmiş bir karar yoktur.


İsviçre Federal Mahkemesi ve AİHM 2. Daire kararını üst kurula taşımaya karar veren İsviçre hükümeti, -anlaşılan- bu görüşü kabul etmemekte ve bir eylemin soykırım sayılması için behemehâl o yöne alınmış bir mahkeme kararının bulunmasına gerek bulunmadığı görüşünü benimsemektedir. Buna karşın, örneğin, Srebrenitsa katliamının soykırım olduğu konusunda yetkili mahkeme kararı vardır. Bu nedenle Srebrenitsa soykırımını inkâr eden kişi, soykırımı inkâr etmeyi suç sayan bir ülkede inkârcılık suçu işlemiş sayılır. Ama Bosna’nın başka yerlerinde vuku bulan benzer olaylar Uluslararası Adalet Divanı (UAD) tarafından soykırım sayılmamıştır. UAD bu nedenle eleştirilmişti. Zira UAD dünyanın hemen her yerinde konuyla ilgilenenlerin soykırım saydığı -diğer Bosna katliamlarını da- soykırım suçu çerçevesine koymamıştı.

Benzer şekilde Yahudi kırımı olan Holokost da hukuk tekniği açısından soykırım değildir; insanlığa karşı suç kategorisine girer.

AİHM kararına göre, Dr. Perinçek’in, “duyarlılık taşıyan ve hoşa gitmeme olasılığı bulunan konuları açıkça tartışmış olması, ifade özgürlüğünü kötüye kullanma sayılmamaktadır. Hoşa gitmemesi muhtemel ifadeleri ve hassas konuları alenen tartışmak ifade özgürlüğünün temel niteliklerindendir. Rahatsız veya şoke edici veya korkutucu görüşler de AİHS’nin 10 maddesinin korumasından yararlanır. Bu özgürlük demokratik, hoşgörülü ve çoğulcu bir toplumu, totaliter ve diktatörlükle yönetilen toplumlardan ayırt eden temel öğelerden biridir.”


Soykırım kavramının kapsamı dardır.

AİHM, soykırım kavramının tanımının dar olduğunu ve bu suçun ispatlanmasının güç olduğunu vurgulamıştır. Yukarıda da değindiğimiz gibi bu tespit doğrudur. UAD, Bosna/Sırbistan davasında, soykırım suçunun oluşması için, kişileri sırf bir gruba aidiyetleri nedeniyle yok etme koşulunun (özel kasıt-dolus specialis) bulunması gerektiğine dikkat çekmişti; UAD, böylece, soykırım suçunun ispatı için gereken kanıt eşiğini çok yükseltmiş, Bosna’da yapıldığı kuşku götürmeyen diğer katliamların veya eylemlerin başka suçlar çerçevesine girebileceğini, ancak UAD olarak “o başka suçları” yargılama yetkisinin bulunmadığını belirtmişti.

AİHM oydaşma (konsensüs) bulunduğu gerekçesinin bu davada ileri sürülemeyeceğini kararlaştırmıştır.

AİHM, tarihsel araştırmanın tanımı itibariyle tartışmalı olduğunu, nesnel ve mutlak gerçeğe ulaşma olanağının bulunmadığını ve bu davada konu edilen olaylar hakkında oydaşma (konsensüs) bulunduğunun ileri sürülemeyeceğini belirtmiştir.

AİHM, Osmanlı İmparatorluğu’nda 1915 yılında ve daha sonra vuku bulan olayların soykırım olup olmadığı hususunda karar vermeye davet edilmemiştir.

AİHM, böylece, bu konuda karar veren diğer mahkemelerin de yaptığı gibi, yargının tarihsel bir konu hakkında karar vermeye yetkili olmadığını belirtmiştir.

AİHM bir yandan üçüncü şahısların haklarını, yani mağdurların ve bunların yakınlarının onurunu- korumak, öte yandan, davacının (Doğu Perinçek’in) ifade özgürlüğünü savunmak arasında bir denge sağlamak durumunda olduğunu vurgulamıştır. Bu konuda AİHM ağırlığını ifade özgürlüğünden yana koymuştur.

AİHM’ne göre, ifade özgürlüğünü engellemeye yönelik yaptırımların bir çeşit sansür işlevi görmemesine dikkat edilmelidir; böyle bir durum kişiyi eleştiri yapmaktan vazgeçmeye yönlendirir.

İsviçre hükümeti, Doğu Perinçek’in söyleminin kamu düzenini ağır şekilde tehlikeye attığını ispatlayamamıştır.

AİHM, Holokost (Yahudi kırımı) suçunun inkârı ile bu dava arasında fark olduğunu belirtmiştir. Holokost’ta gaz odaları gibi -var oldukları sabit olan- tarihsel gerçekler mevcuttur. Ayrıca Holokost uluslararası yargı (Nürnberg Mahkemesi) tarafından açıkça hükme bağlanmıştır.

Mahkeme Doğu Perinçek’in, “zorunlu bir toplumsal gereksinme sonucu” mahkûm edilmiş bulunduğu savına kuşku ile yaklaşmıştır. Mahkemeye göre, davalı İsviçre, 1915 yılında ve daha sonra, eski Osmanlı İmparatorluğu topraklarında vuku bulan olayların hukuksal bağlamda soykırım olduğunu yadsıyan sözleri mahkûm etmek için toplumsal gereksinim bulunduğunu kanıtlayamamıştır.

Sonuç olarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Ermeni soykırımı iddialarını inkar etmenin ifade özgürlüğüne aykırı olmadığına hükmetmiştir. İsviçre’de 2005 yılında 1915 olaylarının soykırım olarak nitelendirilmesine karşı çıktığı için İsviçre mahkemeleri tarafından mahkum edilen Doğu Perinçek’in açtığı davada İsviçre haksız bulunmuştur. Hukuki tanımı çok net olan soykırımla ilgili delil göstermenin zor olduğuna vurgu yapan AİHM, 1915 olaylarının soykırım olarak kabul edilmesine ilişkin uluslararası bir uzlaşı olmadığına dikkat çekmiştir. Sözde soykırımı inkar etmenin ise ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirten AİHM, ifade özgürlüğü ilkesinin çoğulcu ve demokratik toplumları totaliter ve diktatörlük rejimlerinden ayıran en önemli unsur olduğunu belirtmiştir.


- Kaan Ege SARAK



E. Dünyada Ermeni Diasporası

Öncelikle bu noktada bahsedilmesi gereken iki önemli husus vardır birinci Ermeni Diasporası ve Ermeni Diasporasının Türkiye-Amerika ilişkisine olan etkisidir.

Ermeni Diasporası, Ermenistan, Türkiye ve İran dışında yaşayan Ermenilere verilen isimdir. Ermenistan dışında 3-4 milyon kadar Ermeni'nin yaşadığı düşünülmektedir fakat bunu kanıtlayacak veriler bulunmamaktadır. Ermenilerin Diasporada en yoğun olduğu ülkeler en başta Rusya olmak üzere diğer ülkeler sırasıyla ABD, Fransa, Gürcistan ve Ukrayna’dır. Dünyada Diasporalara bakıldığında Yahudilerden sonra en önemli ve etkin Diasporanın Ermeni Diasporası olduğunu, diğer kimliklerin sahip oldukları Diasporalara oranla olanakları daha fazla ve ulusal kimliği daha belirgin, var olma sebebinin daha etkili durumları olduğunu görürüz. Son bir asırda Ermeni Diasporanın millet kimliği oluşturmada öne sürdüğü en güçlü delil “soykırım” iddiasıdır. Ermeni Diasporası kendi menfaatleri doğrultusunda varoluş nedenlerini öne sürdükleri soykırım iddiasına dayandırmaya çalışmakta, vatanlarından ayrılışlarının tek sorumlusunu Türkler olarak göstermeyi hedeflemekte ve bundan kazanç elde etmeyi planlamaktadır. Bu düşüncenin temelinde Ermenistan’ın ve Ermeni Diasporasının elde etmeyi planladığı siyasi menfaatler bulunmaktadır.

Ermeni Diasporasının, Türkiye-Amerika ilişkisine olan etkisine gelinirse, Ermeni Diasporası çalışma ilkelerini, Türk düşmanlığı ve Ermenistan’ın çıkarları üzerine oturtmuştur. Ermeni Diasporasının amacı 24 Nisan gününü soykırım günü ilan etmek ve soykırım iddiasını başta ABD olmak üzere birçok ülkeye tanıtmaktır ve bu amacında önemli mesafe katetmiştir. ABD’deki Ermeni Diasporasının diğer ülkelere göre en güçlü ve etkili örgütü olan derneği “Amerika Ermeni Birliği” ve “Amerika Ermeni Milli Komitesi’dir. Her iki dernek de Ermeni Diasporasının yönetiminde “Türkiye karşıtı faaliyetlerini” yoğunlaştırarak devam ettirmektedirler. Ermeni Diasporasının yürüttüğü kimlik politikalarının Türk-Amerikan ilişkilerinde zaman zaman gerginliklere neden olması ya da Ermeni lobisinin Türkiye’ye yapılacak askeri ve ekonomik yardımları engellemeye çalışması, kültürel kimliklerin dış politika üzerindeki etkilerine verilebilecek örneklerdir. Aslında bu durum, devlet-dışı aktörlerin dış politika üzerinde artmaya başlayan etkileri ile de yakından ilgilidir. Devlet-dışı ve uluslararası aktörlerden oluşan organize Ermeni Diasporasının tohumları, artık yalnızca yaşadıkları ülkelerin değil, kültürel ve duygusal bağlarını devam ettirdikleri anavatanlarının dış politikalarını da etkilemeye başlamıştır. Özellikle Amerika’daki lobicilik faaliyetlerinde Ermeni Diasporası, Amerikan toplumundan büyük destek alır ve bunda din, kültür ve çıkar ilişkileri çok etkilidir. Ermeni Sorunu her ne kadar tarihçilerin ilgilenmesi gereken bir konu olarak gözükse de, konu aynı zamanda güncel bir siyasi sorundur. ABD kongresinde her yıl periyodik olarak Ermeni soykırımı gündeme getirilir bu yüzden Türkiye her yıl 24 Nisan geldiğinde yoğun bir diplomasi trafiği yaşamakta, çoğu ülkeyle özellikle de dünyada süper güç olarak tanımlanan ABD ile ilişkileri gerilmektedir. Türkiye bu yüzden dış politikada zor durumlarda kalabilmektedir. Eğer uluslararası arenada sorun çözülemezse bu durum döngü olarak devam edecektir. Hem Türkiye hem de Ermenistan sorunun kendi lehlerine gelişmesini istemektedir. Ermeni Diasporası sayıca çoğu yerde Türklerden az miktarda olmasına rağmen etkin bir siyaset yürütmekte ve Türkiye’yi dünya kamuoyunda zor durumda bırakmaktadır. Sorunun çözümsüzlüğünde Ermeni Diasporasının kimlik oluşturma süreci iki ülke arasındaki ilişkilerin düzelme ihtimalini olumsuz yönde etkilemektedir. Ermeni ulusal kimliği “soykırım” ve 1915’te Tehcir ’in neden olduğu acılar etrafında şekillenmektedir.


- Asya SÜMER


F. Ermeni Tehciri’ne Dair Güncel Olaylar

ABD Başkanı Joe Biden, 24 Nisan'da 1915 olaylarının yıldönümüyle ilgili yaptığı yazılı açıklamada yaşananları "soykırım" olarak tanımladı. "Her yıl bugün Osmanlı dönemindeki Ermeni soykırımında ölenleri hatırlıyoruz ve böyle bir zulmün bir daha yaşanmaması için taahhüdümüzü yeniliyoruz" cümleleriyle başladığı açıklamasında Biden, iki kez "soykırım" ifadesini kullandı. İstanbul'dan "Konstantinapolis" olarak bahseden ABD Başkanı mesajında, "24 Nisan 1915'te Konstantinopolis'te Ermeni aydınları ve cemaat önderlerinin Osmanlı yetkililerince tutuklanmasıyla başlayarak 1,5 milyon Ermeni bir imha harekatı dahilinde sınır dışı edildi, katledildi ya da ölüme yürütüldü" dedi. "Hayatta kalanların birçoğu dünyanın çeşitli yerlerinde yeni evler ve yeni hayatlar bulmak zorunda kaldı. Bu yerlerin arasında ABD de vardı. Kuvvet ve direnç ile Ermeni halkı ayakta kaldı ve toplumlarını tekrar inşa etti. Geride kalan yıllarda Ermeni göçmenler ABD'yi sayısız yönde zenginleştirdi, ancak atalarını bizim kıyılarımıza getiren trajediyi unutmadı. Hikayelerini onore ediyoruz. Acılarını görüyoruz. Tarihi kabul ediyoruz. Bunu kimseyi suçlamak için değil ancak tarihin tekerrür etmediğinden emin olmak için yapıyoruz’’. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın açıklamayı kınadı ve "ABD Başkanına kendi tarihine ve bugününe bakmasını tavsiye ediyoruz" diyerek Biden'a tepki gösterdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘‘Hiçbir tarihi ve hukuki temeli olmayan bu ifadeler milletimizin her ferdi gibi bizi de ziyadesiyle üzmüştür. Açıklamalardaki ifadelere radikal Ermeni çevrelerin ve Türkiye karşıtı grupların baskısıyla yer verildiğini düşünüyoruz. Ancak bu durum ortaya çıkan tablonun iki ülke ilişkileri üzerindeki yıkıcı etkilerini ortadan kaldırmıyor. Türkiye olarak tarihte yaşanan acıların yarıştırılması gibi bir anlayışı kesinlikle insani bulmuyoruz. Ama şayet böyle bir yola girilecekse bu yarıştan alnı ak, vicdanı mustarip çıkacak tek devlet ve milletin biz olduğumuzu da hatırlatmak isteriz’’ diyerek Bidene tepki gösterdi. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan ise, 1915 olayları için "soykırım" tanımlamasını yapan ABD Başkanı Biden'a mektup yazarak kararın Ermeni halkı tarafından memnuniyetle karşılandığını söyledi.


Türk Tarihçi İlber Ortaylı bu konu hakkında: 1915 olaylarına 'soykırım' diyenlerin bir broşürlük kadar bile bilgileri yok. Gelelim bugün olduğumuz noktaya; dünya arenasındaki siyasetçilerin- parlamenterlerin ve halkların ağzında ‘1915 olayları, Türklerin Hıristiyanlara yönelik haçlı seferidir, soykırımdır’ gibi laflar var. Oysa soykırım ağır bir suçtur ve telaffuz edilmesi de öyle kolay değildir. Dünyada en büyük soykırım Yahudi soykırımdır, sonrasında çingenelere uygulanan soykırım gelir. Naziler Yahudilerle birlikte çingeneleri de toplayıp, günahsız insanları, konsantrasyon kamplarında sistematik şekilde yok etti. Buna soykırım denir. Şimdi dünya soykırım kavramını genişletme derdinde. Yaşanan her karşılıklı katliam ‘soykırım’ değildir. Bir imparatorluğun yıkılışında yaşanan, bu gibi çatışmaların hepsini ‘soykırım’ çatısı altında toplamaya çalışmak bu işi yapanların suçlarını örtbas etmek ve bu yolla suçlarını hafifletmek istemekten kaynaklıdır. “Her 24 Nisan’da, aynı meselenin tekrar tekrar önümüze gelmemesi için, Türkiye’nin acil olarak enternasyonal nitelikli bir araştırma grubu, ki buna Ermeni alimleri de dahil, kurması ve çalışmaya başlaması şarttır”. “Bu konuyla ilgilenen Türklerin yapacağı ilk iş Ermeni lisanını öğrenmek, edebiyatını, tarihini tetkik etmektir. Müspet yolla o kültürün içine girerseniz söyleyeceğiniz sözün dinlenmesi daha büyük olasılıktır. Tüm dünya ile çatışamayacağımıza göre söyleyecek sözümüzün olması şarttır. Zira, yarın öbür gün davalar başlayacak. Bizi kaç avukat savunabilecek? O nedenle meselenin derinine inmemiz gerek.” diyerek açıklamalarda bulundu.

- Muhammet Sefa KARAGÖZ

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
HAYVAN HAKLARININ ANAYASADAKİ YERİ

HAYVAN HAKLARININ ANAYASALARDA DÜZENLENMESİ Hayvan hakları geçmişten günümüze sürekli değişmekle beraber günümüze gelinceye dek de...

 
 
 

Comments


9_1.png

İstanbul Aydın Üniversitesi Florya Yerleşkesi, T blok, -3. Kat, Hukuk Kulübü odası

© 2023 by Istanbul Aydın Üniversitesi Hukuk Kulübü

bottom of page